TÜRKİYE DE SANAT AKIMLARI-DÖNEMLER VE RESSAMLAR
Türk Primitif Ressamları
Primitif diye adlandırılan Türk ressamları, Model olarak ele aldıkları fotoğrafı farklı bir gerçeklik boyutuyla tekrar yapmışlardır. Fotoğraf tekniği Türkiye'ye ilk defa 1840'lı yıllarda girmiştir. İstanbul daki fotoğraf atölyelerine yabancılar ve azınlıklardan başka, Osmanlı sarayı da ilgi göstermiştir. Resimlerini İstanbul'un ilk ünlü fotoğrafçıları olan Abdullah biraderlerin çektikleri fotoğraflarından yararlanarak yaptıkları sanılan 19, yüzyıl Türk ressamları genellikle Primitifler diye anılır.
İstanbul Resim ve Heykel Müzesinin ilk salonunda yer alan bu sanatçılar asker ya da sivil okul mezunudurlar. Hüseyin Giritli, Hilmi Kasımpaşalı, Salih Molla, Fahri Kaptan, Ahmed Bedri, Ahmet Şekur, Necip Selahattin, Aşki, Munip, Ahmet Ziya Sam, ibraihm, Mustafa, Şefik,Şefki, Osman Nuri. Konular: Yıldız sarayı ve camii, Kağıthane, Ihlamur Köşkleri, Havuzlu bahçeler, Fıskiyeler, Fenerli yollar, Ziyafet sofraları, İstanbul'dan görünümler, Anadolu görünümleri
1979 Başında "Türk Primitifler Sergisi" bir İstanbul galerisinde açılmıştır
Hüseyin Giritli
Hilmi Kasımpaşalı
Salih Molla
Fahri Kaptan
Ahmed Bedri
Ahmet Şekur
BATILILAŞMA DÖNEMİ ( Asker Ressamlar )
Türkiye'de geleneksel resim sanatının minyatür sınırları içinde gelişmiştir. bu gelişme batıdan gelen teknik ve biçim etkilerinin yoğunlaşmasına paralel bir olgu şeklinde devam etmiştir. İlk kez 1793 yılından itibaren doğa gözlemine bağlı bir resim dersi Osmanlı imparatorluğu mühendishanesinde yer aldı. 1835'ten itibaren yetenekli gençler Avrupa'ya yeteneklerini geliştirmek için gönderilmeye başlanmıştır. 1875 yılından itibaren resim dersi özellikle askeri liselerde gelişmişti. Batılı anlamda resmin, yalnız asker aydınlarımız arasında yayıldığını görüyoruz. Halil Paşa, Şeker Ahmet Paşa, Tevfik Paşa, Hasan Rıza, Hüseyin Zekai Paşa, Sevili Ahmet Emin, Hüsnü Yusuf, Osman Nuri Paşa, Süleyman Seyyid Bey gibi ressamlar Mühendishane ve Harp okulu gibi kurumlarda eğitim gören sanatçılardır. Halil Paşa Paris'te ( Paris Güzel Sanatlar Akademisi ) 8 yıl kalıp izlenimcileri izlemiştir. Halil paşa; portreci ve usta bir desencidir. İstanbul manzaraları ve Anadolu sahilindeki evleri resmetmiştir. Gene Harbiyeden Tevfik paşa ise İstanbul'un servilerini, sokakları, camileri, sebilleri ve türbelerin mistik havasını yansıtmıştır. Ressam Hayri ise usta bir suluboya ressamıdır. Hasan Rıza çok figürlü kompozisyonlar yapmıştır. Miralay Süleyman Seyyid Bey ilk ölü doğa resmini (Natürmort) ülkemizde sevdiren ünlü ressamlarımızdandır.
Asker ressamlarımızdan biri olan Hüseyin Zekai Paşa'nın (1859-1919) doğacı bir gözlemi ve kendine özgü romantik bir anlatım tarzı vardır. Mimarlıkla ilgili betimlemelere yönelmiş, Avrupa'ya gitmemiştir. Sanayii Nefise Mektebi'nin kurulması ile birlikte asker ressamlarımız yavaş yavaş yerlerini bu okuldan mezun olanlara bırakmıştır.
Halil Paşa
Şeker Ahmet Paşa
Tevfik Paşa
Hasan Rıza
Hüseyin Zekai Paşa
GERÇEKÇİ DÖNEM
Şeker Ahmet Paşa Paris'te uzun zaman kalmış Gerome Boulanger'in atölyelerinde çalışmış, Courbe Realizminden etkilenmiştir. Gerek ölü doğa resimlerinde, gerek peyzajlarında, gözlemlerini çok duyarlı yansıtmıştır. İstanbul'da ilk kişisel Resim sergisi açan sanatçı Şeker Ahmet Paşa'dır. Sanayii Nefise Mektebi ( Güzel Sanatlar Akademisi ) 'nin kurucusu Osman Hamdi bey Paris'te 15 yıl kalarak Hukuk ve Güzel Sanatlar Okuluna devam etmiştir. resimlerinde Osmanlı toplumsal hayatını betimlemiştir. Yabancı müzelerden kopyalar yapmıştır. Figürlü düzenlemeler ve portrelere yönelmiştir. Oryantalizm modasının Ülkedeki tek Türk temsilcisidir. Hoca Ali Rıza Bey asker ressamların en ünlülerinden biridir. Hüseyin Zekai Paşa manzara resmi ve mimarlıkla ilgili betimlemelere yönelmiştir. Sanayii Nefise Mektebinin kurulmasından sonra modern Türk resminin ikinci büyük dönemi başlamıştır. Bu okuldan mezun olup; Avrupa'ya giden sanatçılar Fransız Empresyonizminin etkisiyle yurda dönmüşlerdir. Sanayii Nefise Mektebi resim atölyelerinde yapılan çalışmalar, Türkiye'de resim eğitiminin akademik bir disipline sokulması yönünden bir aşamadır. Halil Paşa, Sami Yetik, Ruhi Arel,Avni Lifij, Namık İsmail, Şevket Dağ, İbrahim Çallı, Mihri Müşfik, Hikmet Onat, Feyhaman Duran, Nazmi Ziya Güran gibi ünlü sanatçılar akademide ders vermişlerdir. Mihri Müşfik; İnas Sanayii Nefise mektebinin müdireliğini yapmış. ilk kez çıplak kadın modelin kız atölyesine girmesini sağlamıştır. Bir müddet italya'da yaşayan sanatçı, Cumhuriyetin ilanından sonra yurda dönmüş, daha sonra New York'ta sergi açmış ve orada yaşamıştır. 1923'lerde gerçekleştirdiği Pelerinli Atatürk adlı tablosu Yugoslavya'ya armağan edilmiştir. Kız Sanayii Nefise Mektebinin ilk mezunları olan Güzin Duran,Nazlı Ecevit tanınmış sanatçılardır.Kız ve Erkek Sanayii Nefise Okulları Cumhuriyetin ilanından sonra birleştirilebilmiştir. Müfide Kadri, çok genç yaşta ölen bir Türk ressamıdır.
Şeker Ahmet Paşa
Hoca Ali Rıza bey
Hüseyin Zekai Paşa
Halil Paşa
Sami Yetik
Ruhi Arel
Avni Lifij
Namık İsmail
Şevket Dağ
İbrahim Çallı
Mihri Müşfik
Hikmet Onat
Feyhaman Duran
Nazmi Ziya Güran
Güzin Duran
Nazlı Ecevit
ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK RESMİ
Atatürk’ün düşünceleri doğrultusunda, Cumhuriyet’in ilanı ile başlayan yeni kültür dönemi, çağdaşlaşma sürecinde, güzel sanatları kültür düzeyinin bir göstergesi ve ulusal kültürü oluşturan temel unsurlar olarak belirlediği için, yenileşme düşüncesinin resim sanatındaki yansıması da hızlı bir biçimde olmuştur. 1923’te her alanda yetiştirilmek üzere, Avrupa’ya uzmanlık eğitimi için gönderilen 25 kişiden beşinin, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi mezunlarından seçildiği görülüyor. Akademi mezunlarının sonraki yıllarda da devlet bursu ile Avrupa sanat merkezlerine gönderilmeleri sürmüştür. Evrensel düzeyde sanatçının yetiştirilmesini kültürel gelişmede en önemli etkenlerden biri olarak değerlendiren yönetici elitler, yetişen sanatçıların yarattığı ürünlerle, toplumun düşünsel ve estetik gereksinimlerinin karşılanabileceği görüşündeydiler. Atatürk ve yönetici kadrosu, kurumlararası bütünleştirici bir araç olarak sanatı Türkiye Cumhuriyeti’nin her alanda imajı olarak kullanmış ve devletin sanatı desteklemesi bir görev olarak benimsenmiştir. Bu yaklaşımları ve ideallerinin sanata ve sanatçılara yansıması ise kaçınılmaz olmuştur. Çağdaşlaşma isteği ve ulusal duygularla, Atatürk devrimlerinin önem ve değerini halka kavratmak üzere çalışmalara başlayan sanatçılar, ulusal Kurtuluş Savaşı’nı ve kazanılan zaferleri yapıtlarında destansı yorumlarla dile getirmişlerdir. Devlet, her yıl düzenli olarak Ankara’da ve İstanbul’da sürdürülen GSB’nin “Galatasaray Sergileri” yanında, kültürel değişme ve sanatsal gelişmelere ait programlarla, sanatçıları desteklemiştir.
Paris’e giden ilk gruptaki öğrenciler, Şeref Akdik (1898-1972), Cevat Dereli (1900- 1989), Muhittin Sebati (1901-1935), Refik Epikman (1902-1974) ve Mahmut Cuda (1904-1988)’dır. Yine, Türk Ocağı tarafından 1923’de Zeki Kocamemi (1900-1959) ve aynı yıl Akademiden ayrılan ve kendi olanaklarıyla olmak üzere Ali Çelebi (1904- 1993) Münih’e gitmişlerdir. Bunlar ile birlikte tüm öğrenciler 1927-1928 yıllarında Türkiye’ye dönmüşlerdir.
Bu sanatçılardan Refik Epikman, Cevat Dereli ve Mahmut Cuda GSA’da görevlendirilmişlerdir.
Şeref Akdik
Cevat Dereli
Muhittin Sebati
Refik Ekipman
Mahmut Cuda
Zeki Kocamemi
Ali Çelebi
Kübist ve Ekspresyonist Sanat Eğilimleri (1928-1960)
Yüzyıl başında Avrupa’da modern sanat akımları fovizm, ekspresyonizm 1905’te, kübizm 1907’de, kübizmden temellenen soyut sanat akımları 1909-1918 yılları arasında başlamış, 1925’e kadar da gelişmelerini tamamlayarak usta sanatçılarını belirlemişlerdi. Paris’te uzmanlık eğitimi gören Türk sanatçıları ise, akademik natüralist teknikte yetkinleşme çabası içinde olmuşlardır.
Diğer yandan, Kocamemi ve Çelebi, Münih’te kübizmin tanınmış temsilcilerinden ve aynı zamanda ekspresyonizmin usta sanatçılarından Hans Hofmann (1880- 1960)’ın özel akademisinde çalışmışlardır. Her iki sanatçı, Münih dönüşü, Avrupa modern sanat akımları kübizm ve ekspresyonizm ile kübizme dayalı, konstrüktif (inşacı) anlayışı Türk resmine getirmiş, yeni ve modern bir dönemi başlatmışlardır.
Zeki Kocamemi ve Ali Çelebi modern sanat eğilimindeki çalışmalarıyla ilk yıllarda, Akademi çevresinde ve sanat ortamında yadırganmışlardı. Ancak 1930’larda Refik Epikman, Muhittin Sebati ve Cemal Tollu ile 1924’te Avrupa bursu ile Paris’e gönderilen, Cumhuriyet ilk kuşak sanatçıları içinde tek kadın sanatçı olan Hale Asaf (1902-1938) yanında birçok ressam Kocamemi ve Çelebi’den etkilenmiş ve kübist eğilimde araştırmalara başlamışlardır.
Zeki Kocamemi
Ali Çelebi
Muhittin Sebati
Refik Ekipman
Cemal Tollu
Hale Asaf
MÜSTAKİL RESSAM VE HEYKELTIRAŞLAR BİRLİĞİ (M.R.H.B.)
Zeki Kocamemi
Ali Çelebi
Muhittin Sebati
Refik Ekipman
Hale Asaf
Şeref Akdik
Elif Naci
Cevat Dereli
ONLAR GURUBU-1946
Türk resminde ”Yeniler Grubu”nun etkisiyle geleneksel halk kültürü kaynaklarına gitmek düşüncesinden sonra, Türk resminde fovist anlayıştaki yapıtlarıyla tanınan Bedri Rahmi Eyüboğlu, renk coşkusu yanında, geleneksel halk nakış sanatı öğelerine olan ilgisini ve sevgisini atölyesinde öğrenim gören öğrencilerine de aşılayabilmişti. Sanat eğitimcisi olarak, Çallı’yı anımsatan bir etkiye sahip olan Eyüboğlu, öğrencilerini geleneksel halk sanatı konusuna yönlendirirken, batı resim sanatının estetik değerlerini öğrenmeden, geleneksel sanat biçimlerinin çağdaş yorumlarına ulaşılmasının olanaklı olmadığı konusunda onları bilgilendirmekteydi. Sanatçının atölyesinde altı yıl öğrenim gören on öğrencisi, onun öğretileri ve batı-doğu sentezi görüşü doğrultusunda çalışmak amacıyla “Onlar Grubu”nu kurdular (1946). İlk sergilerinde, konuları işleyişlerindeki özgürlük ile sanat ortamına yenilik getiren tek toplu hareket olarak değerlendirildiler. Grup içinde Turan Erol, Orhan Peker, Fikret Otyam, Leyla Gamsız, Adnan Varınca, Osman Oral, Mehmet Pesen, Mustafa Esirkuş gibi çağdaş Türk resminin tanınmış birçok sanatçısı bulunmaktaydı.
“Onlar Grubu” sanatçılarının geliştirdiği ve biçemlerini belirleyen renkçi-lekeci eğilimin usta sanatçıları, 1960’larda yoğunlaşan yöresellik düşüncesine katılmışlardır. Sanatçılardan Turan Erol, 1950 ortalarında kübizm etkili figür soyutlamalarından sonra, Anadolu bozkırının lekesel anlatımındaki özgün yorumlarını, kendine özgü, spontan renk benekleri ve yumuşak doğasal çizgileriyle lirik yapıda ortaya koymuştur. Orhan Peker, hayvan figür soyutlamalarıyla gerçekleştirdiği renkçi-lekeci eğilimini, içerikle bütünleştirerek yorumladı. Fikret Otyam, Güneydoğu Anadolu göçerlerini, öze yönelen bir yalınlık içinde ve sevecen bir yaklaşımla işledi. Osman Oral, Karadeniz yöresinden yaptığı görünülerle; Leyla Gamsız, figür soyutlamalarında ulaştığı yalınlaştırma kadar, deformasyona da yer vererek, renk ve leke öğesini dışavurumcu biçeminin temel nitelikleri olarak ortaya koyduğu resimleriyle dikkati çekti. Mehmet Pesen ve Mustafa Esirkuş, folklor etkinliklerini; grup dışından Avni Arbaş, deniz işçilerini, toplumsal yaşam konularını, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı konularını renkten çok leke öğesini öne çıkartarak resimledi.
Diğer yandan, 1950-1960 yılları arasında, yöresellik düşüncesinden uzak, yarı-soyut bir anlatımla, dışavurumcu anlayışını renkçi-lekeci yaklaşımıyla ortaya koyan İhsan Cemal Karaburçak (1898-1970), Türk resminde otodidaktik olarak yetişmiş az sayıdaki usta sanatçıdan biridir. Renk anlayışında moru ve kirli altın sarısını başarıyla uygulamıştır. Figür ve nesne soyutlamalarında, çizgisel anlatımını çağdaş bir yapıda ortaya koydu.
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Turan Erol
Orhan Peker
Fikret Otyam
Leyla Gamsız
YENİLER GURUBU
GSA’da, Levy ile başlayan yeni eğitim süreci, 1940 yılından sonra, resim sanatında, yeni bir dönemin başlamasında etkili olmuş, o yıl açılan Yüksek Resim Bölümü’ne Nuri İyem (d.1915), Ferruh Başağa (d.1915), Turgut Atalay (d.1918), Selim Turan (1916-1994), Agop Arad (1914-1990), Avni Arbaş (1919), Mümtaz Yener (1918), Fethi Karakaş (1918-1979), Haşmet Akal (1918-1961) devam etmişlerdir. Bu atölyede çalışan öğrenciler, resim sanatının batı etkisinden kurtulması ve toplum sorunlarına eğilmesi için, toplumsal-gerçekçi anlayış çevresinde, ”Yeniler Grubu”nu oluşturdular (1941). Grup üyelerinden Abidin Dino, Türk resminin sağlam bir temele dayanmasının ancak, halk sınıfını ve halk gerçeğini doğrudan anlamakla olabileceğini vurguluyordu. Bu düşüncelerinden hareketle “Irgatlar” (1941-1943) adlı dizi resimlerini gerçekleştirmişti. 1951’de Paris’e yerleşen sanatçı, 1954-1962 yılları arasında “Mayıs Salonu Sergileri”ne katıldığı gibi, Paris’teki ilk kişisel sergisini de 1955’te açmıştır. Grubun kurucu üyelerinden İyem, Yener, Arbaş ve Karakaş başlangıçtaki eğilimlerini sürdürmeye devam etmişlerdir. İyem, Güneydoğu Anadolu kadınının, toplumsal-psikolojik yaşamını, kadının toplum içindeki yerini irdeleyerek, çoğu kadın portresi olan resimlerinde, simgesel ve gerçekçi anlatımların birlikteliğine yer vermiştir. Yener, çok figürlü kompozisyonlarında, her figürü düşünsel yönden, konunun içeriğine katkıda bulunacak biçimde, duygu ve düşünce yüklü olarak ifade etmeye çalışmıştır.
Nuri İyem
Ferruh Başağa
Agop Arad
Avni Abraş
D GURUBU RESSAMLARI
D Grubu
(Vikipedi, özgür ansiklopedi)
1933 yılında, beş ressam (Zeki Faik İzer, Nurullah Berk, Elif Naci, Cemal Tollu, Abidin Dino) ve bir heykeltraş (Zühtü Müridoğlu) tarafından kurulan sanatçı birliğidir.
Fikret Adil 1933 yılı Eylülünde Cihangir’deki Yavuz apartmanının beşinci katında ressam Zeki Faik İzer’in evinde beş ressam ve bir heykeltraşın toplanarak bir sanat topluluğu oluşturduklarından ve adını “D” Grubu koyduklarından bahseder. Zeki Faik İzer’den başka Nurullah Berk, Elif Naci, Cemal Tollu, Abidin Dino ve heykeltraş Zühtü Müridoğlu’ndan oluşan gruba “D” Grubu isminin verilmesinin nedeni Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Sanayii Nefise Birliği ve Müstakil Ressam ve Heykeltraşlar Birliği’nden sonra kurulan 4. birlik olması nedeniyle alfabenin 4. harfi olan D harfini isim olarak seçmesidir. Onlara göre Türkiye’deki resim ve heykel anlayışı en azından elli yıllık bir gecikme gösteriyordu ve empresyonist eğilimleri reddeden grup kübist ve konstrüktivist akımlardan yola çıkarak sağlam bir desen ve inşa temeline oturtulmuş bir sanatsal anlayışı ilke edinmişti. Böylece yalnız desenlerden oluşan ilk sergisini 3 Ekim 1933’de Beyoğlu’nda Narmanlı hanının altındaki Mimoza şapka mağazasında açtı. Adı geçen beş sanatçıyla açılan bu ilk sergiden sonra 1934 yılında Turgut Zaim ve Bedri Rahmi Eyüboğlu, 1935 yılındaki 7. “D” Grubu sergisinde Halil Dikmen, Eşref Üren, Eren Eyüboğlu, Arif Kaptan ve Salih Urallı 1941 yılındaki 9.Sergide ise Hakkı Anlı, Sabri Berkel, Fahrunnisa Zeid ve heykeltraş Nusret Suman gruba katılmış böylece gruptaki sanatçıların sayısı on altıya yükselmiştir.
Paris’te Kübist tavırla hareket eden, resim tekniğini yapısal temellerle sağlamlaştırmış olan Andre Lhote, Fernand Leger, Marchel Gromaire gibi sanatçıların özel atölyelerinde ders almış sanatçıların da içinde bulunduğu “D” Grubu müstakiller hareketine göre daha entellektüel seçkinci bir eğilim içinde olmuş, onlara göre daha sıkı bir dayanışma göstermişlerdir. Bu sebeple müstakillerden daha uzun süre varlığını sürdürmüş, yurt içi ve yurt dışı sergileriyle 1951 deki on altıncı sergiye kadar grup özelliğini korumuştur.
Tekniğinde de paletindeki rengi değişimle Türk sanatında önemli bir yere sahip olan “müstakiller”in etkinliğini sürdürdüğü bir dönemde yenilikçi anlayış D grubu ile varlığını pekiştirmiştir. Fikret Adil’le birlikte grubun sözcülüğünü üstlenen Nurullah Berk’in sonraki dönemlerde bir dergiye isim olarak seçtiği “yaşayan sanat” sloganını benimsemiş olmalarıyla da yeni eğilim ve anlayışa sahip sanat fikrini kendilerine ne denli ilke seçtiklerini anlamak mümkündür.
D Grubu
1930'lu Yıllar
1933 yılı, cumhuriyetin on yıllık bir olgunlaşma sürecini doldurduğu, toplumsal ve kültürel alandaki yenileşme ve modernleşme girişimlerinin giderek kurumlaşma aşamasına vardığı bir döneminde başlangıcıdır. Resim sanatına olan ilgi de eski dönemlere göre artmıştır. Yapılacak şey, bu ilginin gerektirdiği üstün düzeyli sanat yapıtlarının üretimini hızlandırmaktı. 1933'te, zamanın akademi müdürü Namık İsmail'in, Milli Eğitim Bakanlığı'na sunduğu raporda, bir kültür inkılabının gerekli olduğuna değinilmiş, sanat konusunda devletin desteği üzerinde durulmuş ve örgütlü bir çalışmanın, daha ileri aşamalara ulaşmakta etken olacağı vurgulanmıştı. Sanatçıları yeni bir grup kurmaya ve böylece sanatsal yönde örgütlenmeye iten nedenlerin başında, sanatı yaygınlaştırma isteği geliyordu.
Avrupa'daki eğitimlerini tamamlayarak yurda dönen ressamların 1930'lu yıllarda yapıtlarını sergileyebildikleri tek yer, Galatasaray Lisesi salonlarıydı. İstanbul'da Beyoğlu'nda, ancak küçük bir kesimin gezip görebildiği bu toplu sergi, sanatçıların gereksinimlerine yanıt veremiyordu. D Grubunun kurucularından Elif Naci, ressamların üç beş tuval getirip bıraktıkları ve başta Şevket Dağ olmak üzere birkaç ressamın çabasıyla düzenlenen Galatasaray sergilerinin o dönemde, işlek bir yerde bulunmasına rağmen kitlenin ilgisini çekmekten uzak olduğunu, sergiler hakkında yazılanların övgü dolu makaleler olmaktan öteye geçemediğini anılarında anlatır.
Neden D?
Grup; Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Sanayi Nefise Birliği (Güzel Sanatlar Birliği) ve Müstakil Ressam ve Heykeltraşlar Birliği nden sonra Türkiye'de kurulan dördüncü sanatçı birliğidir. Buradan yola çıkarak Nurullah Berk'in önerisiyle alfabemizin dördüncü harfini kendilerine isim olarak seçerler.
Sanatsal yönden temel çıkış noktaları; empresyonist eğilimleri reddetmek, kompozisyon u kübist ve konstrüktivist akımlardan esinlenen sağlam bir desen temeline oturtmaktır. Desenlerin, o zamana kadar sergi izleyicilerinin alışmadığı bir çeşniyi yansıtması, büyük bir gürültü kopmasına neden olur. Basında sanatçıların lehinde ve aleyhinde (daha çok aleyhinde) yazılar yazılır. Grubun adından ötürü, sanatçıları deli olarak tanımlayanlar bile olmuştur.
Mimoza Şapkacısında yapılan ilk sergide, önsözünü ve tanıtımını Peyami Safa'nın yazdığı bir broşür yayımlanır. Peyami Safa, o broşürde, grubu şöyle tanımlamaktaydı:
'D Grubu manga değil, ne sağa çark, ne sola. Ne de başçavuş. Kendi mihveri etrafında dönen altı kafa, altı çift göz ki, maddenin üstüne de bakıyor içine de bakıyor. Ve ölüde bile gizlenen anı arıyor. Yeni resim değil bu. Avrupalı ya da yerli resim değil: Resim.'
Grubun Genişlemesi, Sergiler
D Grubu, 1933 yılında, ilk sergilerini Beyoğlu'ndaki Narmanlı Yurdu'nun altındaki Mimoza adlı şapkacı dükkanında açmışlardır. 1950'lere kadar yurtiçi ve yurtdışı sergileriyle önemli bir varlık göstermişlerdir.
1934 yılında gruba Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Turgut Zaim katılır. Fakat Zaim daha sonra gruptan ayrılır.
1935 yılında, yedinci D Grubu sergisinde; Halil Dikmen, Eşref Üren, Eren Eyüboğlu, Arif Kaptan ve Salih Urallı'nın katılmasıyla grubun sanatçı sayısı onikiye yükselir.
1941'deki dokuzuncu sergide Hakkı Anlı, Sabri Berkel, Fahrünnisa Zeid ve heykeltraş Nusret Suman'ın katılmasıyla sayı onaltıya yükselir.
1944'teki onbirinci sergilerine Leopold Levy'de katılmıştır.
1947'de Müstakiller'den Zeki Kocamemi'de gruba katılır.
D Grubu sergilerinin önemli özelliklerinden biri; dönemin önemli şair ve yazarlarının, düşünürlerinin, bu sergiler nedeniyle konferans vermeleri, yazılar yazmalarıdır. Böylece grubun amaçlarını çevreye ulaştıracak etkinliklere geniş yer vermişlerdir.
Nurullah Berk
Abidin Dino
Zeki Faik İzer
Elif Naci