25 Ocak 2009 Pazar

BATI SANAT TARİHİ ve AKIMLARI

Sanat Akımları

Rönesans (14.yy-16.yy)

İnsanlık tarihinde önemli bir yeri olan, 14.yy’da İtalya’da başlayarak 16.yy’a kadar bütün Batı ve Orta Avrupa’ya yayılan sanat hareketi.

Ortaçağ boyunca insanlar Tanrı korkusuyla ve kilisenin hissedilen egemenliği altında yaşadılar. Sanat genellikle cenneti ve azizleri betimlyor, dünyada olup bitenle ilgilenmiyordu. Ama 14. yy’da insan dünyadaki önemini ve etkisini anlamaya başlamış, bu yeniden doğuş (rönesanas) sanata da yansımıştır. Figürler de mekanlar da daha gerçekçi olmuş, Hrıstiyanlık daha insani bir açıdan analatılmaya başlanmıştır. Yıllar geçtikçe sanatçılar panolarda, fresklerde va atlar panolarında dünyayı yeniden yarattılar. Giotto ve Masaccio’nun stilize yapıtlarıyla başlayan bir Rönesans, Leonardo, Raffaello ve Michellangelo’nun anıtsal yapıtlarında doruğa ulaştı. Rönesans genellikle İtalya’yla da bağdaştırılsa da, Alpler’in kuzeyinde Almanya’da ve Flandre’da da bağımsız olarak gelişmiştir. İtalyan Rönesans sanatçıları perspektife ve mekan yanılsamasına önem verirken Flaman ve Alman sanatçılar çevrelerindeki dünyanın ayrıntılı, mücevher gibi işlenmiş betimlemelerine daha çok ilgi duymuşlardır.

Erken Rönesans; Fra Angelico, Botticelli, Donatello, Ghiberti, Ghirlandaio, Giotto, Flippino Lippi, Mantegna, Masaccio, Perugino, Piero della Francesca, Pollaiuolo, Signorelli

Yüksek Rönesans; Andrea del Sarto, Fra Bartolommeo, Leonardo, Michelangelo, Raffaello, Tiziano

Kuzey Rönesans; Altdorfer, Dürer, Grünwalt, Mabuse, Masses, Van der Weyden

Botticelli-venüsün doğuşu 1485-86

“izm”

Artık dört duvar arasında yapılmayan felsefe çağının bilimleri, toplumun problemleriyle iç içedir. Felsefe bu nedenle hazır ve toptan görüşlerden kalkmaz. Felsefe ve filozof herhangi bir kapalı görüşten güç almaz. Eğer Max Scheler’in bir deyimini kullanırsak, filozofun ve onun çalışmalarının sonucu olarak ortaya çıkan felsefenin dünyanın bütün fenomenlerine açık olduğunu söylemeliyiz. “Dünyaya açık olma, bütün “izm”lerin, hazır ve toptancı görüşlerin dar sınırlarını yıkmanın gerekliliğini de birlikte getirir. Çünkü her “izm” kapalı bir bütündür.”

Halbuki dünyaya açılma, sınır tanımayan bir tutumu şart koşar. Bugün çağımızda, bütün alanlardaki gelişme göz önüne alındığında, felsefenin böyle bir ortam içinde kapalı bir bütün olarak, ele aldığı problemleri sonuna kadar halledebileceğini artık kimse ümit edemez.

Dünya ile, doğa ile, insan ile genel olarak varlıkla ilgili felsefi problemlerin çözümlerini bir “izm” içinde gerçekleştirmeğe çalışmak, fenomenlerin, problemlerin yozlaşmasıyla sonuçlanmış ve bu felsefede bazı subjektif görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

(Tüten Anğ, Felsefe Arşivi, 1976)

Romantizm (18.yy sonu-19.yy başı)

Kuzey Avrupada ve ABD’de gelişen Romantizm akımının uygulama alanları o kadar çeşitlidir ki tek bir tanımı neredeyse olanaksızdır. Romantik sanatçılar, entelektüel yaklaşımlardan uzaklaşıp düş gücüne ve bireysel ifadeye önem vermişlerdir. Resimleri genellikle korku, yalnızlık, zafer ve aşk gibi büyük duyguları yansıtır.

Allston, Bierstaft, Blake, Church, Cole, Constable, Cozens, Etty, Friedrich, Gericault, Goya, Martin

Francisco Goya,

İsyancıların Ölümü, 1808

Sanattaki “izm”lerin anlamı

Sanat ve sanat problemleri sanat eleştirmenleri (estetikçiler) tarafından inceleniyor. Gnoseolojik bir görüşten hareket eden sanat eleştirmenleri ve tarihçileri, felsefe tarihine ve özellikle bilgi teorisine öykünürler. Nasıl dünün felsefe tarihi ve bilgi teorisi her hangi bir felsefe problemini, örneğin bilgi problemini kurgusal bir felsefe sistemi demek olan her hangi bir “izm”e göre inceliyorsa, sanat eleştirmenlerinin ve sanat tarihçilerinin bir çoğu da sanatı felsefeden aldıkları “izm”lere göre inceliyorlar.

Felsefe, kendi alanında tarih boyunca ortaya atılan problemlerin incelenmesini kolaylaştırmak için, onların filozoftan filozofa izleniş biçimlerini göz önünde bulundurmuş; ve bu filozofları da belli “izm” lere bağlayarak, bu problemlerin işlenişini bu “izm”lere göre ele almayı biricik kurtuluş çaresi olarak görmüştü. Böylece felsefe problemlerin işleniş tarzı için “izm”leri birer sıfatlandırma kategorisi olarak kullanmıştır. Şimdi felsefe problemlerini işlemek için hazır bir sistemden yani bir “izm”den hareket etmenin zorunluluğuna inandığı sürece, problemleri böyle bir yönden görmekten başka çıkar bir yol da yoktu; ve bu yüzyıllar boyunca en doğal bir yol olarak kabul edildi. Gerçi problemlerle uğraşan onların

işleniş tarzını fenomenler bakımından ele alan büyük çaptaki filozofları bu “izm”lere bağlamak gibi güçlükler ortaya çıkıyordu. Fakat bazı zorlamalara baş vurarak

bunlar da belli “izm”lere bağlandı (örneğin; Platon ve Kant’ta olduğu gibi).

İşte aynı şeyle sanat eleştirmenleriyle, sanat tarihçilerinde karşılaşıyoruz. Sanat eleştirmenleri ile tarihçileri yüzyıllar boyunca çeşitli sanat yapıtlarını incelenmesini kolaylaştırmak için felsefeye benzemeye çalıştılar. Aynı şekilde sanat eleştirmenleri ve tarihçileri “izm”leri birer sınıflandırma kategorisi olarak ele almış ve çeşitli sanat ürünlerini bu “izm”lere göre incelemek istemişlerdir.Fakat burada bazı değişiklikler de yapılmamış değildir; örneğin felsefedeki pozitivizm, sanat alanındaki empresyonizmle, idealizm de sürrealizmle karşılanmak istenmiş; natüralizm felsefedeki anlamının dışında kullanılmıştır. Bunun dışında kübizm gibi bazı“sınıflandırma kategorileri” ortaya atılmıştır.

(Takiyettin Mengüşoğlu, Felsefeye Giriş, 1992)

William Blake,

Günlerin Ateşi, 1794

Impresyonizm (İzlenimcilik / 19.yy sonu)

1960larda Fransa’da ortaya çıkan resim akımıdır. İzlenimci ressamlar doğal ışığın görkemli kıldığı doğa görüntülerine, ışık ve renk arasındaki ilişkiye hayrandılar. Salt boya maddelerini serbest fırça vuruşlarıyla uygulayan bu sanatçılar tarihsel, dinsel ya da romantik geleneksel konular yerine, manzara ve günlük yaşam sahneleri betimlemişlerdir. Akımın ismi ilk kez, Claude Monet’nin İzlenimler: Gündoğumu adlı resminden esinlene bir gazeteci tarafından küçümseyici bir tavırla kullanılmıştır.

Caillebotte, Cassatt, Degas, Manet, Monet, Morisot, Pissarro, Renoir, Sisley

Claude Monet,

Güneşin Doğuşu, 1872,

Marmottan Müzesi, Paris

Ekspresyonizm (Dışavurumculuk / 19.yy sonu)

1905-30 yılları arasında Almanya’da yoğunlaşan bir sanat yaklaşımıdır. Dışavurumcu sanatçılar dış dünyayı yansıtmak yerine, içsel duygularını dışa vuran resimsel biçimler geliştirme yolunu seçtiler. Tuvali sanatçının duygularını yansıtan bir araç olarak kabul eden Dışavurumcu resim yoğun, tutkulu ve çok kişiseldir. Şiddetli, yapay renkler ve dramtik fırça işçiliğiyle canlılık kazanır. Vincent van Gogh’un çılgın resim tekniği ve olağanüstü renk kullanımıyla birçok Dışavurumcu ressam için esin kaynağı olması şaşırtıcı değildir.

Beckman, Van Gogh, Heckel, Jawlensky, Kirchner, Kokoshka, Marc, Munch, Nolde, Pechstein, Rouault, Schiele, Schmidt-Rottluff, Soutine

Fovizm

1905’te Paris’te, karşıt salt renklerle göz alan resimlerden bir sergi açıldı. Bir eleştirmenin bu resimleri yaratıcılarını tanımlamada kullandığı les fauves (Fransızca’da vahşi hayvanlar) terimi daha sonra akımın adı olarak yerleşti. Bu vahşilik en çok güçlü renklerde dinamik fırça vuruşlarında ve yapıtların derin dışavurumcu niteliklerinde yansır. Kübizmin biçimlerle kurmak istediği geometrik yapıyı fovistler renklerle yapar, gerçekçi mekanlar kullanmazlar.

Derain, Van Donden, Matisse, Vlaminck

Henri Matisse,

Mavi Nü, 1952

***

Plastik erdemler: Arılık, birlik ve hakikat yenilgiye uğramış doğayı tutarlar ayakları altında. Boşu boşuna geriliyor ebem kuşağı, mevsimler titreşiyor, yığınlar ölüme doğru koşuyor, bilim var olanı bozup yeniden kuruyor, dünyalar bir daha geri gelmemecesine uzaklaşıyor anlayışımızdan, devingen imgelerimiz kendilerini yineliyor ya da bilinçdışılıklarını yeniden canlandırıyor, getirilen renkler, kokular, gürültüler bizi şaşırtıyor, sonra da doğadan yok olup gidiyor.

***

Bu güzellik canavarı ebedi değil.

Soluğumuzun başlangıcı olmadığını ve asla kesilmeyeceğini biliyoruz, ama her şeyden önce dünyanın yaradılış ve sonunu da tasarlamadan edmiyoruz.

Böyla olsa bile, bitkilere, taşlara, dalgaya ya da insanlara hala hayran sanatçı-ressamlar hiç de az değil.

Gizemin köleliğine çabuk alışılır. Ve uşaklık sonunda güzel zevkler de yaratır.

İşçilerin evrenin efendisi olmasına izin veriliyor ve bahçıvanlar da doğaya sanatçılardan çok daha az saygı besliyorlar.

Efendi olmanın zamanıdır.

İyi niyet zaferin güvencesi değildir.

Ebediyetin ötesinde aşkın ölümlü biçimleri dans eder ve doğanın ismi de lanet olası disiplinlerini özetler.

***

Alev resmin simgesidir ve üç plastik erdem de ışın saçarak alev alırlar.

Alev kendisine yabancı hiçbir şeyden sıkıntı duymayan arılığa sahiptir ve ulaştığı her şeyi acımasızca kendine dönüştürür.

Öyle bir büyülü birliğe sahiptir ki, bölündüğünde her alevcik biricik alevin benzeridir.

Son olarak da ışığı kimsenin yadsıyamayacağı yüce hakikate sahiptir.

***

Bu Batılı çağın erdemli sanatçı ressamları doğa güçlerine inat kendi arılıklarına değer verirler.

Arılık incelemeyi izleyen unutuştur. Ve arı bir sanatçının ölmesi için, geçmiş yüzyıllardaki tüm arı sanatçıların varolmamış olması gerekirdi.

Batıdaki resim eski ressamların yenilerine tıpkı yaşam verir gibi aktardıkları bu ideal mantıkla arılaştırır kendini.

Ve işte hepsi bu.

Kimi zevk içinde yaşar, kimi acılarda, kimileri miras yer, kimileri zengin olur, kimilerininse bir tek yaşamları vardır.

Ve işte hepsi bu.

İnsan, kendisiyle birlikte babasının cesedini kalkıp her yere taşıyamaz ki. Başka ölülerin yanına terk edip gider. Sonra anımsanır pişmanlık duyulur, hayranlıkla söz edilir. Sonra da baba olursak, çocuklarımızdan birinin cesedimizi tüm yaşamları boyunca sırtlamayı isteyeceğini beklememeliyiz.

Ama bağrında ölülere yer veren topraktan boşuna ayrılıyor ayaklarımız.

Arılığa değer vermek, içgüdüyü kutsamaktır, sanatı insanlaştırmak ve kişiliği tanrısallaştırmaktır.

Zambağın kökü, sapı ve çiçeği simgesel çiçeklenişe varıncaya kadar arılığın geçirdiği aşamaları gösterir.

***

Işık karşısında tüm cisimler eşittir ve değişimleri de kendi isteğince kuran o ışık verme gücünün sonucudur.

Tüm renkleri bilmiyoruz ve her insan da yeni renkler icad eder.

Ama ressam, her şeyden önce kendi tanrısallığının görüntüsünü vermeli ve insanların beğenisine sunduğu tablolar da insanlara arılık olarak kendi tanrısallıklarını uygulama şanını verecek.

Bunun için bir bakışta hem geçmişi hem bugünü hem de geleceği görmek gerekir.

İşte resim bu özsel birliği sunmalıdır; bu birlik olmaksızın esrime yaratılamaz.

Öyleyse kaçamak yapılan hiçbir şey raslantıya götürmeyecek bizi. Geriye dönmeyeceğiz apansız. Özgür izleyicileriz, meraklı olsak bile hiç mi hiç vazgeçemeyeceğiz yaşamımızdan. Görünüşlerle uğraşan tuz kaçakçıları, tuzdan heykellerimizi hiç mi hiç gizlice geçiremeyecekler aklın ihsanı önünden.

Ebediyet ayrıldığında insanı kandırmaya yarayan bir sözcükten başka birşey olmayan bilinmeyen gelecekte dolaşmıyoruz.

Fazlaca uçuverici şimdiyi ele geçirmede tüketmeyeceğiz kendimizi; sanatçı için şimdi, ölümün maskesinden, modadan başka bir şey olamaz zaten.

***

Tablo önüne geçilmezcesine var olacak. Görüntü tam olacak, eksiksiz olacak, görüntünün sonsuzluğu da yetkin olmamayı belirtmek yerine, yeni bir mantık ile yeni bir yaratıcı ilişkisini ortaya koyacak, başka da hiçbir şey yapmayacak. Yoksa, hiç mi hiç birlik olmayacak ve resmin çeşitli noktalarının çeşitli dehalarla, çeşitli nesnelerle, çeşitli ışıklarla kuracağı ilişkiler, aralarında hiçbir uyum bulunmayan, sayısız öğeden başka bir şey koymayacak ortaya.

Çünkü hiçbir yaratılışın kendisiyle birlikte varolan başka yaratılışların alanını çiğnemediği bir durumda, her biri kendi yaratıcısına tanıklık eden sayısız yaratık olabilirse de, bunları aynı anda tasarlamak olanaksızdır ve ölüm de bunların üst üste gelmesinden, çatışmasından, aşklarından doğar.

Her tanrı yaratırken kendi imgesine göre yaratır; ressamlar da böyle yapar. Ve bir tek fotoğrafçılardır doğanın yeniden üretimini oluşturanlar.

***

İkisi de aynı şey olduğu için, gerçeklikle karşılaştırılamayan hakikat olmaksızın, bizleri içinde birer hayvandan öte bir şey olmadığımız alınyazısı düzeninde tutmaya çalışan tüm doğalar dışında, arılık ile birliğin önemi yoktur.

***

Her şeyden önce sanatçılar insan-dışı olmak isteyen insanlardır.

Durup durmaksızın insan-dışılığın izlerini ararlar; bu izlere doğanın hiçbir yerinde rastlanmaz.

Bu izler, hakikattır ve onların dışında da başka hiçbir gerçeklik tanımıyoruz.

***

Ama, gerçeklik bulunup bitmeyecek. Hakikat hep yeni olacak.

Başka deyişle, hakikat doğadan da daha sefil bir sistemdir.

Bu durumda, acınası hakikat her gün biraz daha uzak, daha az belirgin olan hakikat, resmi yalnız aynı ırktan insanlar arasındaki ilişkileri kolaylaştırmaya yönelik plastik yazı konumuna indirgeyecektir.

Böylesi işaretleri yeniden-üretecek, anlığa yer vermeyen makine günümüzde çabucak bulunurdu.

(Guillaume Apollinaire, Kübist Ressamlar, Estetik Düşünceler)

***

Kübizm (Analitik Kübizm 1910-1912, Sentetik Kübizm 1913-1914)

20.yy’ın ilk on yılında Pablo Picasso ve Georges Braque resimsel imgede devrim yarattılar. Soyut ya da geometrik görünse de, Kübist sanat aslında gerçek nesneleri betimler. Bunlar tuval üzerinde açılarak, değişik açılardan algılana görünüşleri aynı anda yansıtılır. Rönesanstan beri sanatçıların yaptığı gibi, bir nesnenin mekan içindeki yansımasını aktarmak yerine Kübist sanat nesnelerin tuvalin iki boyutluluğu içinde tanımlar. Bu buluş, biçim ve mekan arasındaki ilişkinin yeniden değerlendirilmesine yol açarak Batı sanatının yönünü sonsuza dek değiştirmiştir.

Archipenko, Braque, Gris, Leger, Picasso

Pablo Picasso,

Guernica, 1937

Fütürizm (Gelecekçilik / 20.yy başı)

1909’da Milano’da ortaya çıkan bu öncü akımın üyeleri İtalya’yı geçmişinin ağırlığından kurtarmayı ve modernliği yüceltmeyi amaçladılar. Modern makinelere, ulaşım ve iletişime hayranlık duyan bu sanatçılar resim ve heykellerinde açılı biçimler ve güçlü çizgiler kullanarak bir dinamizm yarattılar. Gelecekçi sanatın en önemli özelliklerinden biri hareketi ve hızı aktarmasıdır. Bunu genellikle aynı nesnenin ya da figürün zaman içinde değişen farklı imgelerini, hareket izlenimi verecek biçimde bir arada betimleyerek elde etmişlerdir.

Balla, Boccioni

Giacomo Balla,

Motosikletin Hızı, 1913

Vortisizm (20.yy başı)

1914’te kurulan İngiliz sanat akımıdır. Adı, İtalyan Gelenekçiler’inden Umberto Boccioni’nin, yaratıcı sanatın, duygusal bir girdaptan yayıldığı yorumundan kaynaklanır. Gelecekçilik gibi, hem resim de hem de heykelde katı, açılı ve çok dinamik bir üslup kullanan Vortisizm, eylemi ve hareketi yakalamayı amaçlamıştır. I. Dünya Savaşı’yla sona ermekle birlikte İngiliz sanatında soyuta doğru ilk adım olması açısından önemlidir.

Bomberg, Lewis

Hiç yorum yok:

müzikli-abstrak

NÜ LER

heykeller

Fotoğraflar White & black

Klasik dönem resimler